Güneşli bir haftasonunda tohumlar için koşmak ~2

Geçen kaldığımız yerden devam edelim, madem.

Not: Fotoğraflar için Buğday dostu Çağlar İnce’ye çok teşekkürler!

Pazar gününe , “Yarış sabahı şunu yemek, bundan uzak durmak lazım” uyarılarının bol olduğu bir kahvaltıyla başladık. Uyarılar yerindeydi tabi, ve bendeki etkisi bir süredir uzak kaldığım-ama bu aralar geri döndüğüm “düzenli ve hatta ağır spor yaptığım günlere” dönmek şeklinde oldu.

Aklıma macera yarışlarının serin sabahlarını, çıkışa hazırlanan sporcuların -kimi gergin ve odaklanmış, kimi rahat ve gülümseyen- yüzlerini, ufak koşu çantalarının köşelerine sıkıştırılan müslilerini, bir köşede yapılan son takım strateji toplantılarını getirmişti sanırım, bu muhabbet.

Şimdi düşünüyorum da, Runtalya’dan “Evet, düzenli spora yeniden dönmek lazım!” diye büyük bir kararlılık ve istekle dönmüş olmamamın sebeplerinden biriydi belki de, o sabah beni hınzırca gülümseten “onu ye-bunu yeme” muhabbetleri.

Kahvaltının ardından son hazırlıklar, geceyi bir TaTuTa çiftliğinde geçiren dostlarımızla “doğru yerde” buluşmak için yapılan telefon görüşmeleri ve koşunun başlayacağı yere doğru uzanan asfalt yolu, gittikçe artan bir heyecan duygusuyla adımlamaca…

İtiraf edeyim, Adım Adım’cıların sayısı bir kez daha şaşırttı beni o an. Hemen önceki gece, o koca salonu doldurduklarına tanık olmama rağmen hem de, “ne kadar da büyümüş Adım Adım, ne kadar da çoğalmış iyilik için koşanlar” diye düşündüm.

Yarış başlangıç noktasında birbirimizi bulamadık bir süre. Ama yine de Buğday camiası olarak bir-iki fotoğraf çektirebildik, çıkıştan önce. Eksikler-gedikler var, biliyoruz.”Kusura bakmayın, buluşamadık ='(” demekten başka şey gelmiyor elden, affedin.

Yarış başladığında ben, Berkay ve Mehmet beraber adımladık bi’ süre. Bu arada Berkay’a özel bir teşekkür: Odadan aceleyle çıkarken çipimi unutmuştum ve ama ne kadar sürede koşacağımı merak ediyordum, Berkay da sağolsun çipini bana verdi.

Ahmet Berkay Atik adına koştum yani bi’ anlamda, Runtalya’yı =)

Birkaç yüz metre sonra Berkay ve Mehmet’e dönüp, “Ben gidiyorum” dedim. Nereye gittiğimi bilmiyordum, sorsalar söyleyemezdim. Sadece uzun zamandır olduğum gibi, nereye gittiğimi bilmekten çok sezmeye güvenerek, gittim.

“Yol” Adım Adımcılarla doluydu. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, çocuğu… Yavaş yavaş adımlayanı, iyi bir tempo tutturmuş gideni. Adım Adım’cıları diğer koşuculardan ayıran bi’ güzel formalardı, bi’ de yüzlerde farklı bi’ gülümseme, gözlerde farklı bi’ ışık.

Hayatımın en iyi koşularından birini yaptım. Adım Adım’ın kurulduğu seneki Avrasya Maratonu’ndan beri koşmamıştım (arada katıldığım macera yarışlarını saymıyorum – onlarda saatler süren dayanıklılık ve psikolojik dirençtir zira, mesele – bir de takım arkadaşınla kurduğun “muhabbet” tabi). Yarışı yürümeden bitirsem büyük başarıydı benim için.

Ama ben koştum. Kimseyle değil, safi kendimle, ve korkularımla, ve çekincelerimle, ve varoluşumla yarıştım. Yarışmak da değildi bu, bir yüzleşme süreciydi. Aydınlanma saatiydi.

Neredeyse tam bir saat sürdü koşmam, 59 dakika 5 saniye – yanlış hatırlamıyorsam.

Bittiğinde gülümsemem biraz daha doygundu. “Adım Adım” yapacağını yapmıştı, bi’ şeyleri hatırlatmıştı bana yine ve yeniden.

Döndükten sonra bol muhabbet, uzun zamandır görmediğim dostlarla anlık karşılaşmalar, sarılmalar, ışıldayan bakışları paylaşmalar.

Ardından odaya dönüş, hamam-duş, otelden çıkış, Adım Adım’ın partisine katılmaca…

Vedalaşma, Berkay’la otobüs beklerken falezlerden uzun uzun engin mavi denize bakmaca.

Otobüs. Ertesi sabah Berkay’la Dedetepe Çiftliği civarında “hadi abi, görüşürüz”leme, üç-dört saat sonra da köy, evim.

“Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir” demiş bi’ bilge. Bunu akılda tutmak lazım. Ve ama, bi’ başka bilge de ona şöyle cevap verebilir misal: “Doğru diyorsun da, hadi gel, bostanımızı çapalamamız lazım.”

Çünkü hayat, attığımız adımların bizi nereye götürdüğü kadar, adımlarımızın ve yolun ta kendisinden alınan o anlık doyunç ve farkındalık.

“Koskoca endüstriyel tarım sistemine, devasa tohum şirketlerine, “modern”in indirgeyici dayatmalarına karşı ne yapılabilir ki?” sorularına verilebilecek cevaplardan biri de bu belki de…

Daha güzel bir dünyanın tahayyülü kadar, kendimizi o yola vakfetmek, mesele. “Biz” olmak, adımlar beraber atmak.

Not: Fotoğraflar için Buğday dostu Çağlar İnce’ye çok teşekkürler! 

Güneşli bir haftasonunda tohumlar için koşmak ~1

Geçen hafta cuma sabahı yazdığım yazıyı “Umarım haftasonu yine yazabilirim” diye bitirmiştim.

Ve ama yazamadım. Çünkü dopdolu, keyifli, bol Adım Adım’lı, şahane bir haftasonu oldu tohumlarımız için.

Cuma günkü etkinlikten başlayalım. 100’e yakın 10-11 yaşında çocukla tohumu, toprağı, suyu ve kısacası doğayı konuşmak, “doğru” gıdaya nasıl ulaşacağımızın yollarını beraber aramak… Çok keyifliydi (biraz da yorucuydu, hele “çocuklarla iletişim” denen o devasa bilim alanından uzak ben için).

Ertesi günkü halk koşusunda Buğday Derneği ve tohumlar için koşacak 50’ye yakın öğrenciyle beraber bir süre “GDO’ya hayır!”, “Doğal gıda istiyoruz!” , “Yaşasın tohumlar!” gibi sloganlar attıktan sonra Doğa Koleji’ne destekleri için teşekkür ederek Antalya merkeze geçtik.

Günün geri kalanı ertesi günün hazırlıkları ve akşam saatlerinde Antalya’ya ulaşan Berkay (TaTuTa Koordinatörü), Bora ve Gizem’i (iki şahane Buğday gönüllüsü) karşılayıp planlar yapmakla geçti.

Cumartesi sabahı Duygu (Üyelik Koordinatörü), Bora ve Gizem soluğu halk koşusunun yapılacağı meydanda aldılar ve Buğday standını kurdular. Doğa Derneği’nden çocukların koşusunun ardından da Buğday standı gün boyunca açık kaldı.

Ben ve Berkay ise bu arada göğüs numaralarımızı (ve bazı dostlarımızın isteği üzerine, onların da göğüs numaralarını) almış ve Adım Adımcılarla birlikte konakladığımız otele doğru yola çıkmıştık.

Saat 15:00 – 16:00 arasında, Adım Adım’cılarla bir söyleşimiz oldu (her zamanki gibi, kıl payı yetiştik söyleşiye =)). “Değişimin ekolojisi: Yaptıklarımız Fark Yaratıyor mu?” idi seçtiğim başlık; ve ne yalan söyleyeyim, karşımda “ekolojinin derin sularına yeni yeni girmekte olan” bir grup bekliyordum. Konuşmamı da buna göre biraz “temel” seviyede düşünmüştüm (öte yandan, hiç bi’ konuşmayı önceden planlamayan biri olarak, doğaçlama yaptım yine).

Neyse, durum da hiç de öyle değilmiş meğer, Adım Adım’cılar sağlam ekolojist imiş. Uzun uzun (biraz fazla uzun belki de, çenemin düşüklüğünden), değişimi, umudu, birey ve topluluğu, tabandan-tepeye hareketleri bunların ekoloji mücadelesindeki yerini, dünyadan örnekleri konuştuk.

Öyle ki konu Buğday’ın çalışmalarına geldiğinde süremiz bitmişti, bizim ardımızdan sahne alacak Nasuh Mahruki’nin konuşması için “hadi bitirin” mesajları geliyordu yandan yandan =)

Bu arada süper-hızlı stand ekipimiz Antalya’nın diğer ucundaki standlarını toplayıp otele gelmiş, günün ikinci standını da otelde açmışlardı.

Bir-iki saat sonra da Adım Adım’ın büyük buluşması ve 5. yıl kutlaması başladı, otelin büyük salonunda. Adım Adım’cılar şahane bi’ sunumla oluşumun 5 yılını anlatmadan önce sahne bize verildi. Buğday adına beni çağırdıklarında, sadece2 gün önce başımdan geçen bir olayı hatırlıyordum, çıktım anlattım: Köylerde yerli tohumla tarıma devam etme umudunu yitirmiş, dahası kırsalda ve köyde gelecek göremeyen köylülerin, analize yollamak için oradan oraya taşıdığım yerli tohum numunelerini kahvede-orada-burada gördüklerinde gözlerinin nasıl ışıdığından bahsettim. Toplumun en alt kademesi olarak görülen köylülerin, köylülüğün, o kadim bilginin devamlığının önemini anlatmaya çalıştım 3-4 dakikada.

 

Biraz daha zamanım ve baya’ bi’ daha aklım olsaydı, “‘Tohum Takas Ağı safi tohum mu kurtarıyor?’ diye soranlar var haklı olarak, onlara ‘Hayır’ diyin. Tohum Takas Ağı, kırsalda, köylerde bitmiş-tükenmiş umudu yeniden yeşillendiriyor. Gelecekte çocuklarınızın ziyaret veya hatta göç edebileceği köylerin hala bulunması için gayret veriyor. Tohumun, yaşamın özünün, X şirketinin malı haline gelmek yerine tüm toplumun ortak emaneti olmaya devam edeceği bir geleceğe dair hiç bir zaman bitmemesi gereken umudu besliyor” gibi daha büyük lafları, gittikçe yükselen bir ses tonuyla ve sonunda “Yaşamdan, emekten, alınterinden ve adaletten yana olduğunuz için sağolun, varolun!” gibi bir kelamla bitirirdim.

Akşamın geri kalanı yemek ve ardından dinlenmeyle geçti. Sabahki koşuya hazırdık, gülümsüyorduk. Çok uzun zamandır televizyon görmemiş gözlerim otel odasındaki televizyondan ayrılamadıysa da bir-iki saat, sonunda yattık-uyuduk, şahane güzel bir pazar sabahına uyanmak için.

Yarın: Pazar günü maratonda hangi sürprizler oldu? Hava nasıl oldu da bu kadar güzeldi? Tohumlar için koşanların formalarında kimin fotoğrafı vardı?