Geçen kaldığımız yerden devam edelim, madem.
Not: Fotoğraflar için Buğday dostu Çağlar İnce’ye çok teşekkürler!
Pazar gününe , “Yarış sabahı şunu yemek, bundan uzak durmak lazım” uyarılarının bol olduğu bir kahvaltıyla başladık. Uyarılar yerindeydi tabi, ve bendeki etkisi bir süredir uzak kaldığım-ama bu aralar geri döndüğüm “düzenli ve hatta ağır spor yaptığım günlere” dönmek şeklinde oldu.
Aklıma macera yarışlarının serin sabahlarını, çıkışa hazırlanan sporcuların -kimi gergin ve odaklanmış, kimi rahat ve gülümseyen- yüzlerini, ufak koşu çantalarının köşelerine sıkıştırılan müslilerini, bir köşede yapılan son takım strateji toplantılarını getirmişti sanırım, bu muhabbet.
Şimdi düşünüyorum da, Runtalya’dan “Evet, düzenli spora yeniden dönmek lazım!” diye büyük bir kararlılık ve istekle dönmüş olmamamın sebeplerinden biriydi belki de, o sabah beni hınzırca gülümseten “onu ye-bunu yeme” muhabbetleri.
Kahvaltının ardından son hazırlıklar, geceyi bir TaTuTa çiftliğinde geçiren dostlarımızla “doğru yerde” buluşmak için yapılan telefon görüşmeleri ve koşunun başlayacağı yere doğru uzanan asfalt yolu, gittikçe artan bir heyecan duygusuyla adımlamaca…
İtiraf edeyim, Adım Adım’cıların sayısı bir kez daha şaşırttı beni o an. Hemen önceki gece, o koca salonu doldurduklarına tanık olmama rağmen hem de, “ne kadar da büyümüş Adım Adım, ne kadar da çoğalmış iyilik için koşanlar” diye düşündüm.
Yarış başlangıç noktasında birbirimizi bulamadık bir süre. Ama yine de Buğday camiası olarak bir-iki fotoğraf çektirebildik, çıkıştan önce. Eksikler-gedikler var, biliyoruz.”Kusura bakmayın, buluşamadık ='(” demekten başka şey gelmiyor elden, affedin.
Yarış başladığında ben, Berkay ve Mehmet beraber adımladık bi’ süre. Bu arada Berkay’a özel bir teşekkür: Odadan aceleyle çıkarken çipimi unutmuştum ve ama ne kadar sürede koşacağımı merak ediyordum, Berkay da sağolsun çipini bana verdi.
Ahmet Berkay Atik adına koştum yani bi’ anlamda, Runtalya’yı =)
Birkaç yüz metre sonra Berkay ve Mehmet’e dönüp, “Ben gidiyorum” dedim. Nereye gittiğimi bilmiyordum, sorsalar söyleyemezdim. Sadece uzun zamandır olduğum gibi, nereye gittiğimi bilmekten çok sezmeye güvenerek, gittim.
“Yol” Adım Adımcılarla doluydu. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, çocuğu… Yavaş yavaş adımlayanı, iyi bir tempo tutturmuş gideni. Adım Adım’cıları diğer koşuculardan ayıran bi’ güzel formalardı, bi’ de yüzlerde farklı bi’ gülümseme, gözlerde farklı bi’ ışık.
Hayatımın en iyi koşularından birini yaptım. Adım Adım’ın kurulduğu seneki Avrasya Maratonu’ndan beri koşmamıştım (arada katıldığım macera yarışlarını saymıyorum – onlarda saatler süren dayanıklılık ve psikolojik dirençtir zira, mesele – bir de takım arkadaşınla kurduğun “muhabbet” tabi). Yarışı yürümeden bitirsem büyük başarıydı benim için.
Ama ben koştum. Kimseyle değil, safi kendimle, ve korkularımla, ve çekincelerimle, ve varoluşumla yarıştım. Yarışmak da değildi bu, bir yüzleşme süreciydi. Aydınlanma saatiydi.
Neredeyse tam bir saat sürdü koşmam, 59 dakika 5 saniye – yanlış hatırlamıyorsam.
Bittiğinde gülümsemem biraz daha doygundu. “Adım Adım” yapacağını yapmıştı, bi’ şeyleri hatırlatmıştı bana yine ve yeniden.
Döndükten sonra bol muhabbet, uzun zamandır görmediğim dostlarla anlık karşılaşmalar, sarılmalar, ışıldayan bakışları paylaşmalar.
Ardından odaya dönüş, hamam-duş, otelden çıkış, Adım Adım’ın partisine katılmaca…
Vedalaşma, Berkay’la otobüs beklerken falezlerden uzun uzun engin mavi denize bakmaca.
Otobüs. Ertesi sabah Berkay’la Dedetepe Çiftliği civarında “hadi abi, görüşürüz”leme, üç-dört saat sonra da köy, evim.
“Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir” demiş bi’ bilge. Bunu akılda tutmak lazım. Ve ama, bi’ başka bilge de ona şöyle cevap verebilir misal: “Doğru diyorsun da, hadi gel, bostanımızı çapalamamız lazım.”
Çünkü hayat, attığımız adımların bizi nereye götürdüğü kadar, adımlarımızın ve yolun ta kendisinden alınan o anlık doyunç ve farkındalık.
“Koskoca endüstriyel tarım sistemine, devasa tohum şirketlerine, “modern”in indirgeyici dayatmalarına karşı ne yapılabilir ki?” sorularına verilebilecek cevaplardan biri de bu belki de…
Daha güzel bir dünyanın tahayyülü kadar, kendimizi o yola vakfetmek, mesele. “Biz” olmak, adımlar beraber atmak.
Not: Fotoğraflar için Buğday dostu Çağlar İnce’ye çok teşekkürler!